Özgürlük ve onurlu bir yaşam kavramları, felsefe tarihinde derin tartışmaların merkezinde yer almış konulardan birisidir. Felsefeciler arasında bu iki kavramın birbirine bağlı olup olmadığına dair farklı görüşler bulunmaktadır. Özgürlüğün onurlu bir yaşamın temel koşulu olduğunu savunan filozoflar olduğu gibi, bu görüşü sorgulayan ve çürüten düşünürler de mevcuttur. Benim kişisel görüşüme göre, özgürlük ve doğallık iki farklı daldır. Bir insan, toplumun insancıl kuralları içinde dizginlenerek yaşarken bile, yaşadığı olayların düşüncelerine etkisinden bağımsız olarak kendini geliştirmesi ve kendi hür iradesiyle, hiçbir otoriteye veya isteğe bağımlı olmadan kendi hayatının nasıl ilerleyeceğini seçmesi onu özgür kılar. Bu bağlamda, özgürlüğün, bireyin kendi mantık süzgecinden geçirerek kabullendiği tüm kurallar ve ilkelerle şekillenen bir hayatta; sevdiği, istediği şeylerin peşinden gidebilmesi de bir özgürlüktür. Ben duygusal özgürlüğü savunurum, ruhsal özgürlüğü. Hiçbir tedavi görmeden, kendini eğitmeden, psikolojisini terbiye etmeden o ilkel düşüncelerin esiri olup varlığının doğasına kapılırsa elbette bu kargaşaya sebep olur. Ama bu özgürlük değil, boş vermişlik olur. Eğer bir insan, kendi kararlarını ve yaşamını seçip yönetemiyorsa, onurlu bir hayat sürmesinin imkansız olduğunu savunuyorum. Sonuçta onurlu öldüğünü düşündüğümüz onca insan bile son nefeslerinde de asla kendi doğrularından vazgeçmemişti, yolunu yalanlamamıştı: bu hayatını kazandıracak dahi olsa.

 Özgürlüğü onurlu bir yaşamın vazgeçilmez bir koşulu olarak savunan filozoflardan biri de Jean-Paul Sartre’dır. "İnsan özgürlüğe mahkumdur; çünkü bir kere dünyaya atılmıştır ve bundan sonra ne yaparsa yapsın özgürdür." (L'Être et le néant, Being and Nothingness, Gallimard, 1943.) Sartre’a göre insan, varoluşsal olarak özgürdür ve bu özgürlüğünden kaçması mümkün değildir. İnsan var olduğu sürece, sürekli seçimler yapmak zorundadır. Lakin bu seçimleri özgürce yapabildiği ölçüde sorumluluk alır ve kendi hayatını yaratır. Dolayısıyla, onurlu bir hayat, bireyin kendi varoluşuna dair bilinçli ve özgür kararlar almasıyla mümkündür. Sartre’ın gözünde onurlu bir yaşam, bireyin özgürlüğünü kabul etmesi, bu özgürlüğü sorumlulukla yaşaması ve kendini gerçekleştirmesi ile doğrudan ilişkilidir. Sartre’ın varoluşçuluk felsefesine göre, insan kendi kaderini belirler ve bu özgürlük içinde ne kadar sorumluluk alırsa, o kadar onurlu bir yaşam sürer. Ben tam olarak buna katılamıyorum. Evet, sorumluluk almak onurun bir parçasıdır fakat; insan türü tamamen özgür olamaz. Bunun için epey bir çaba sarf etmesi gerekir çünkü ister istemez yaşadıkları bilincine yerleştiğinde bundan kurtuluşu uzun araştırmalar ve kafa yormalar gerektirir. O yüzden her ne kadar ben de bu görünüşü savunsam da kendi fikrimle Sartre'ın görüşlerini tam olarak bağdaştıramam.

 Bu noktada, Immanuel Kant’ın özgürlük ve ahlak ilişkisine dair düşüncelerine de değinmek gerekir. Kant, insanın ahlaki bir varlık olmasının, onun özgür iradeye sahip olmasından kaynaklandığını savunur. "İnsanın onuru, onun ahlaki bir varlık olarak özgür iradeye sahip olmasından gelir." (Grundlegung zur Metaphysik der Sitten yani Groundwork of the Metaphysics of Morals, Cambridge University Press, 1997, s. 41.) Kant’a göre, bir insan ancak özgür olduğunda ahlaki yasaları takip edebilir ve böylece onurlu bir yaşam sürdürebilir. Ancak Kant’ın burada vurguladığı, evrensel ahlak yasalarına bağlılık, benim özgürlük anlayışımla tam olarak örtüşmüyor. Zorlanabilir de. Benim görüşümde özgürlük, bireyin dışsal otoritelere veya evrensel ilkelere mutlak bir bağımlılık içinde olmadan, kendi içsel rehberliğiyle yaşamını şekillendirmesidir. Kant’ın bireyin özgürlüğünü evrensel ahlak yasalarına göre sınırlandırma eğilimi, bireyin kendi içsel özgürlüğünü tam anlamıyla gerçekleştiremeyeceği endişesini doğuruyor.

 Özgürlüğün onurlu bir hayat için vazgeçilmez olmadığını savunan düşünürlerden biri Friedrich Nietzsche’dir. Nietzsche, insanın güdüleri ve arzularıyla yönlendirildiğini savunur ve özgürlüğün bir yanılsama olduğunu ileri sürer. Ona göre bireyin gerçek anlamda onurlu bir yaşam sürebilmesi, özgürlüğünden ziyade kendi değerlerini yaratabilme ve kendini aşma kapasitesiyle ilgilidir. (Jenseits von Gut und Böse (Beyond Good and Evil), Penguin Classics, 1886, s. 21.) Bir yandan... Friedrich'in bir başka görüşü de onurlu bir hayat, bireyin kendini aşması ve kendi değerlerini yaratmasıyla mümkündür. Bu, bireyin özgürlüğünü kabul edip, toplumun dayattığı normlara ve değerlere başkaldırmasıyla mümkündür. İnsan, kendi değerlerini yaratma gücüne sahip olduğunda "üst insan" hâline gelir ve böylece onurlu bir hayat sürdürür. Nietzsche’ye göre özgürlük, bireyin kendi değerleri ve idealleri doğrultusunda yaşamasıyla anlam kazanır; bu da onurun temelini oluşturur. "Also sprach Zarathustra (Thus Spoke Zarathustra), Penguin Classics, 1883, s. 79." kaynağında da bu görüşlerini görmüş bulunuyoruz. Nietzsche’nin bu görüşüne kısmen katılsam da, insanın tamamen güdülerinin ve içgüdülerinin esiri olduğuna inanmıyorum. İnsan, ne kadar güdüleriyle hareket ederse etsin, seçim yapma ve bu seçimlerin sorumluluğunu alma kapasitesine de bizzat sahiptir. Bu nedenle, birey özgür olmadığı sürece, kendini aşma ve kendi değerlerini yaratma sürecine asla ulaşamayacaktır. Seçim ve sorumluluk bile içsel bir özgürlüğe dayanır kendimce.

 Thomas Hobbes ise bireysel özgürlüğün toplum düzenine zarar verebileceğini savunur.  "İnsanın doğal hali, savaş halidir. Özgür bırakılan insanlar birbirleriyle sürekli çatışma içinde olacaktır." ( Leviathan, Oxford University Press, 1651, s. 85. ) Hobbes’a göre, insanların doğuştan özgür bırakılması, kaosa yol açar ve bu durum, onurlu bir yaşamın imkânsız hale gelmesine sebep olur. Hobbes’un bu görüşüne katılmıyorum; çünkü bireysel özgürlüğün kaosa yol açacağını düşünmek, insanın kendi iradesi ve sorumluluğunu küçümsemek anlamına gelir. Bizi hayvanlardan ayıran nokta da bu. Bireyler, özgür bırakıldığında, kendi yaşamlarını daha anlamlı ve onurlu bir şekilde inşa edebilirler. Özellikle de modern yaşamın faydaları olan bilgi edinebileceği kitaplar ve kaynaklar sayesinde... Thomas'ın öne sürdüğü gibi güçlü bir otoriteye bağımlı olmak, bireyin onurunu ve özgürlüğünü kısıtlayan bir durumdur. Benim görüşüm, bireyin kendi seçimlerini yapabilmesinin kaos yaratmadığı, aksine bireyi daha sorumlu ve kendi doğrularını oluşturarak daha onurlu hâle getirdiği yönündedir.

 B. F. Skinner ise özgürlüğün, insan davranışlarının belirleyicisi olmadığını ve çevresel koşulların insan davranışlarını şekillendirdiğini savunur. Ona göre, insanın davranışları özgür iradeye değil, dışsal uyarıcılara bağlıdır.  "İnsanın davranışları, özgür iradeden değil, çevresel koşullardan ve geçmiş deneyimlerden kaynaklanır." (Beyond Freedom and Dignity, Hackett Publishing, 1971, s. 42.) Skinner’ın bu yaklaşımını tam olarak kabul etmiyorum. Birey, çevresel etkenlerden etkilense de, bunları aşarak kendi özgür seçimlerini yapabilir. Sonuçta boşuna bu teknolojiye ve bilgeliğe kadar gelmedik elimizdeki onca bilgi ve emekle. Eğer insan tamamen çevresel koşulların ürünü olsaydı, onurlu bir yaşamın anlamı kalmazdı. Şahsen, bir robottan farkımız olmazdı. Özgürlük kimseye bağlı olmadan kendince yaşamak değil midir? Robotlar bunu yapamaz ve ben yüce insan varlığının bir robota dönüştürülmesini savunamam. Çünkü onur, bireyin zor koşullara rağmen kendi iradesiyle direnebilmesi ve öğrendiklerini katarak seçim yapabilmesiyle doğrudan ilişkilidir. Bu yargıda; insanın özgür iradesi, çevresel koşulların üstüne çıkarak, kendi onurlu yaşamını inşa etmesine olanak tanır. O yüzden hem katılıyor hem de bir nevi reddetmiş oluyorum bu fikri.

 Sonuç olarak, her ne kadar okuduğum bazı yazılar kafamı çeliştirmiş olsa da öz fikrimi daha da sağlamlaştırmış oldum. Elbette karmaşık kurulan cümleler kafamı karıştırsa da aslında bakıldığında hepimiz belli bir derdi çeşitli kelimelerle değiştiriyoruz. Belki de farklı görüşte filozofları, hatta ve hatta aynı görüştekileri bile bağdaşlaştırmak bizi zorlasa da; hepsinin farkında olmadan aynı sonucu doğurduğunu fark edebiliriz ve de dengeleyebiliriz. Tüm bu bilgilerin kaynaklarına ulaşırken takılıp zorluk çeksem de bu uzayan süreçte Sartre, Kant ve Mill gibi düşünürler, bireysel özgürlüğü onurlu bir hayatın temel koşulu olarak görürken, Nietzsche, Hobbes ve Skinner gibi filozoflar özgürlüğün sanıldığı kadar önemli bir unsur olmadığını savunduklarını öğrenmiş ve kararsızlık yaşamış düşüncelerimi temize çekmiş, bilgime bilgi katmış oldum. Ki umarım bunlar başkalarının da düşüncelerinin şekillenmesinde yardımcı olur. 

 Benim görüşüm, özgürlüğün bireyin hayatında onurlu bir yaşam sürebilmesi için temel bir koşul olduğudur, onur yolunun özgürlük durağından geçtiğidir. Birey, kendi kararlarını alıp kendi yolunu çizdiği sürece, bunu yaşam amacı haline getirip sonuna kadar koruyarak savunduğu sürece; onuruyla yaşamını sürdürebilir ve de zamanı geldiğinde bu şekilde olabilecek en tatmin edici yolla da sonlandırabilir. Eğer, insan, seçimlerini yapma hakkından mahrum bırakılırsa; onuru nasıl bulur kendinde? Onur nedir? Kişinin kendisine saygısı, değeri ve bunun getirdiği başkalarından gelen saygı değil midir? Onur insanı "o" insan yapan değil midir? Ne de olsa "o" dediğimiz kişilik her birimizde farklıdır. 

 Onurlu bir yaşam, bireyin kendi iradesiyle hareket edebilmesi ve bu özgürlüğü sorumlulukla kullanabilmesiyle mümkündür. Özgürlüğünde aklını kullanıp vahşiliği gibi unsurlarını bastırması da onurunu hak ettiğinin bir göstergesi olarak kullanılır.

 Dolayısıyla, özgürlüğün kısıtlanması, bireyin onurunu zedeler ve hayatının anlamını kaybettirir. Özgürlük olmadan onurlu bir yaşamın mümkün olmadığını savunan bir birey olarak, özgürlüğün onuru korumak adına vazgeçilmez olduğuna inanıyorum.

 Hayatta özgürce ve gururla yaşayan insanlara özeniriz hep, bu durumda kim kısıtlanan bir köle muamelesi ister ki? Diyebileceğim son ve tek cümle; bu sorunun yanıtı için imrendiğiniz insanları incelemenizdir. Çünkü ancak özgür bir zihin onurlu bir varoluşu yaşayabilir.

Elanur Zehra ÖZDEMİR 171