Bu sorunun cevabı, kişinin cinayete ne olduğu gözüyle bakması ile de ilgilidir. Mesela bir katil olmak için illa ki elimizin kana bulanması mı gerekir yoksa aynı buradaki olay gibi sessiz kalmak da bir tür cinayet midir? Haksızlığa karşı sessiz kalmak bizi vicdanen ve ahlaken rahatlatır mı yoksa rahatlatmaz mı? Önce bunlara cevap bulmak işimizi çok daha kolaylaştırır.
Önce hukuki açıdan bakalım. Çünkü bu olaya kişisel görüşler yerine yasal bir şekilde bakmak daha kolay olacaktır. Hukuki açıdan Ahmet’in Mehmet’i görmezden gelmesi ve kimilerine göre onu ölüme terk etmesi doğrudan bir cinayet olarak değerlendirilmez, ancak bir ihmal suçu olarak kabul edilebilir. Çünkü burada doğrudan bir cinayetten söz edilemez. Bu nedenle verilecek ceza, daha hafif bir ceza olarak kalır. Almanya, Fransa, ABD, İtalya gibi ülkelerde bunun cezası para veya hapis cezası olarak ceza kanunlarında yer alıyor.
Fakat ceza kanunu içerisinde yer almasa veya para cezası ödeyip kurtulsa dahi Ahmet’in hangi ülkede olursa olsun toplum tarafından kınanacağı, dışlanacağı ve ayıplanacağı çok da uzak bir tespit değil. Peki kim kınar Ahmet’i? Herkes haksız bulur mu? veya bir kesim de olsa ona hak verir ve aralarına alır mı? Bu soru da bizi konunun ahlak açısından olan tartışmasına getiriyor. Günümüzde herkesçe kabul edilmiş belirli bir ahlak anlayışı yok. Çünkü herkesin etik anlayışı farklı olabilir. Mesela Ahmet’i savunacak bir kişi onu sevmediği birine yardım etme zorunluluğunun olmaması ile koruyacakken Ahmet’in cani olduğunu düşünen birisi konuyu insan hakları, Kant’ın ödev ahlakı ve vicdan ile ele alabilir.
Kant’ın ödev ahlakı açısından bakarsak, aslında burada bir ödev meselesi var. Kant’a göre insanlar, kişisel hislerine göre değil, evrensel ahlaki kurallara göre hareket etmeli. Kişiler yardıma ihtiyacı olan kişinin kim olduğuna bakmamalı, ne olduğuna, neye ihtiyacı olduğuna bakmalı. Yani Ahmet’in sırf nefret ettiği için Mehmet’e yardım etmemesi kabul edilemez. Bu anlayışa göre Ahmet’in davranışını güzellemek, dünyadaki herkesin hoşlanmadığı kişilere yardım etmeme hakkına sahip olacağı anlamına gelir ki bu da toplumdaki güven duygusunu yok eder. Yani bu durumda Kant’a ve evrensel ahlak yasasına göre, Ahmet ahlaki ödevini yerine getirmemiştir. Suçludur.
Bir de işin vicdani tarafı var. Belki Ahmet Mehmet ölmeden önce ondan nefret ediyordu, sevmiyordu. Peki öldükten sonra? Ahmet artık Mehmet’in varlığını hissetmemeye başlayınca da ondan nefret etmeye devam edebilecek mi? Kendisinden istediği son yardımın da canı olduğunu fark ettiğinde, her gün gün içinde Mehmet’i göremeyince hayatına rahat rahat devam edebilecek mi? Bu kime sorarsanız sorun cevabının “hayır” olacağı bir soru benim için. Ahmet ilk günden itibaren kendini rahatsız hissetmeye başlayacak ve ileriki günlerde “keşke yardım etseydim” dövünmelerine başlayacak. Haftaların ve ayların sonunda belki de Ahmet bile kabullenecek ve sosyal hayatından kendi isteği ile uzaklaşacak.
Özetleyecek olursak, hukuki açıdan bir cinayet olarak kabul edilmese de hem ahlaki hem de vicdanen bakıldığında Ahmet’in yaptığı büyük bir suçtur ve etik değildir. Elbette farklı görüşler çıkacak ve kimileri onu savunmaya çalışacaktır fakat toplumsal düzeni ve güvenliğini ele alacak olursak Ahmet’in yaptığı bir tür cinayettir.
1 Yorumlar
Çok güzel bir yazı olmuş,ellerine ve emeğine sağlık.Oldukça güzel ve araştırarak yazmışsın.Fikirlerini çok doğru buldum ve açıklama biçimini de çok beğendim.
YanıtlaSil