İyi ve beraberindeki kötü hiç şüphesiz bu dünyadaki en kadim kavramlardır. Dolayısıyla bu kavramlar insan aklını çokça meşgul etmiştir ve din felsefelerinin de temelinde yatar. Bu kavramlarla ilgili sorulara, mesela bu soruya, benim gibi pek bir bilgisi olmayan bir insanın yorum yapabilmesi için herhangi bir toplumsal iyiyi ya da dinî iyiyi bir kenara bırakmak gerekir diye düşünüyorum, bilmem okur da katılacak mıdır. Çünkü bu sorulara zaten yeterince kafa patlatmak gerek, bir de üstüne a dinine veya b toplumuna göre nasıl değişeceğini düşünmek bizi genelden uzaklaştırıp kafamızı allak bullak eder. -Tabii örneklendirme için bunlara başvurmak zorundayım.-

 İlk başta içgüdüsel bir değerlendirme yapmaya çalıştım ancak pek mümkün olmadı. Çünkü insan güdüsü tamamen iyiye ya da kötüye yatkın değildir zannederim. O yüzden dürtülerin yorumlamaya bir katkısı olsa da sırtımı tamamen bunlara yaslayarak yorum yapamadım. Ben de biraz araştırma yaparak, çevremdekilerle tartışarak ve biraz da kafa patlatarak bir sonuca vardım ve kendi görüşümü buldum diyebilirim. 

 Kendi görüşüme nasıl vardığıma gelelim, elimizde bu soruya ilişkin iki durum var:

 1. Bir şey Tanrı buyurduğundan iyidir; buna göre iyi kavramı tam olarak yoktur ya da insan iyi olana kendi ahlaki değerlendirmesiyle erişemez. Mesela dürüst olmak Tanrı'nın bizden istediği bir şeydir, o halde dürüst olmak iyi olmalıdır ve yalan söylemek kötü olmalıdır. Ancak eğer Tanrı aksini buyursaydı bu kez yalan söylemek ne olursa olsun iyi olacaktı. Tanrı neden yalanı istesin gibi bir yaklaşımdan da bahsedemezdik çünkü iyi olan yalan olurdu. Bu, şu an Tanrı neden dürüstlüğü emretsin gibi bir soru ortaya atmakla eşdeğer olurdu yani.

 Bu benim pek katılacağım bir durum değil ve fikrimce iyi-kötü kavramları hakkında genel bir kanı olmakla birlikte her insanda değişkenlik gösterir ve hatta evrensel olarak kabul görmüş ahlaki iyilerde bile bir insanla diğeri arasında nüans farkları olacaktır. Mesela gelin tekrar yalandan bahsedelim. Yalan genel geçer yargıya göre kötüdür. Oysa bana kalırsa yalan amacına göre bazen iyi olmak için de kullanılabilir. Örneğin bir insanı kırmak da kötüdür, o zaman bir insanı kırmamak için söylenen yalan neden kötü olsun? Sizin de katılacağınız üzere bu fikre tamamen yanlış gözüyle bakanlar ve yalanın her zaman için kötü olduğunu düşünenler de olacaktır. Bu kadar basit bir örnekte bile fikir ayrılığı oluşabilmesi, her insanda iyi-kötü sınırlarının farklı yerlerden çekildiğinin göstergesidir. 

 Üstelik dinlere göre insana Tanrı tarafından sınırlı da olsa bir irade verilmiştir. Bu irade de herkeste farklıysa her insanın Tanrı buyruklarının iyi olup olmadığını farklı şekilde sorgulaması ve her bireyin farklı bir ahlaki iyisi olması gerekmez mi? Bu anlayışa göre ise Tanrının iradesi sorgulanamazdır ve bir şeyin gerekliliğinin sebebi Tanrı'nın isteğidir. O hâlde Tanrı'nın isteği gelişigüzel ve keyfîdir. Keyfi ve gelişigüzel buyrulan şey kesinlikle iyi midir?

 2. Bir şey iyi olduğu için Tanrı tarafından buyrulur, buna göre ahlaki kurallar Tanrı buyruğundan bağımsızdır. Bu da mutlak mükemmel varlık anlayışına terstir. Üstelik ahlaklı olmak ve iyiye yönelmek için bir Tanrı'nın varlığını kabul etmek gerekmez. Hatta ateistler bununla övünür ve şunu söylerler: Beni ahlaksız olmaktan alıkoyan hiçbir üstün varlık olmadığı halde ben iyi olduğu için ahlaklıyım; inananlar ise Tanrı'nın kudretinden korktukları için ahlaklı davranıyorlar, Tanrı iyiyi değil de kötüyü isteseydi yahut da yasaklar koymasaydı bugün iyi olanlardan ahlaksız olanları da çıkacaktı. 

 Ancak evreni ve içindekileri Tanrı yarattıysa ve evrendeki her şeye ilişkin her şeyi biliyorsa ahlaklı olanın iyi olduğunu bilir ve bunu emreder, tersini yasaklar. Yukarı paragraftaki Tanrı'nın kudretinin kısıtlanması sorunundan zannımca farklı bir bakış açısıyla da uzaklaşabiliriz. Tanrı iyi ve kötü kavramı da dahil her şeyi yaratmıştır. Ardından buyruklarını vermiştir. Yani bana kalırsa Tanrı insana iyiyi buyurduğunda çoktan iyiyi yaratmıştı. Kötüyü yasaklandığında kötü zaten vardı. Örneğin İslam dinine göre insana sarhoşluk veren her şey kötüdür. Şarap da insana sarhoşluk verdiğinden kötü ve yasaktır. Oysa üzüm yaratıldığını insana helal kılınmıştı. Yine helal olan üzümden yapılan şarap insan için İslam'a göre kötü bir şey olduktan sonra yasak olduğu emri verildi. 

 Tüm bunlara ek olarak siz de hak verirsiniz ki teist felsefeye göre var olan Tanrı'ya onun verdiği irade ve akılla ulaşabiliyorsak yine onun verdiği akıl ve iradeyle onun yarattığı iyiye de ulaşabiliriz. Neden iyi olmak gerektiğini anlamlandırmak istiyor ve merak ediyorsak "Çünkü Tanrı böyle buyuruyor. " cevabını verebiliriz. Tanrı verdiği buyruklarla ve mükafatlarla insanı iyiye yöneltir ve vereceği cezalarla kötüden uzaklaştırır. 

 Yani anlayacağınız üzere ben, insanın akıl yürütme becerisine değer verdiğimden dolayı mıdır bilmem, ikinci durumu kendi akıl ve irademe daha yatkın buldum. Bence insan, Tanrı iyiyi buyurduğundan değil de iyiyi var kıldığından ve ahlaklı bir birey olması gerektiğinden sorgulamalı ve kendi içindeki ahlaki değerlerini genel geçer ahlaki kurallarla harmanlayarak iyiye yaklaşmalıdır. 

 Yine de ikinci durumun doğruluğunu kabul edenlerle (Mutezile vb.) birlikte bizzat Tanrıya saygısızlık olduğunu düşünen ve sırf bunun için bile ikinci durumun yanlış olduğunu ileri süren teologların varlığını belirtmekte fayda var.

 Bu yazımda teoloji ve felsefenin en eski sorularından birini, Eftifron ikilemini, naçizane yorumladım ve kendi görüşümü paylaştım. Fikirlerim okurun ne kadar aklına yattı bilemem ancak umuyorum ki bu yazın, okurun bu konuyu araştırmasına, iyiyi sorgulamasına ve iyiye yaklaşmasına vesile olur; hiçbiri olmazsa zihinde kendine ufak bir yer yapar, iyi olur.

Zeynep YAPICI 498